Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Lirası’ndaki (TL) çöküşü durdurmak için Pazartesi akşamı mali önlemleri ilan etmesinin ve Merkez Bankası’nın yüklü miktarda doları piyasaya sürmesinin ardından milyonlarca emekçinin yaşam standartları düşmeye devam ediyor. Pazartesi günkü operasyonun en açık sonucu, uluslararası ve yerli mali aristokrasinin bir gecede işçi sınıfı zararına muazzam zenginleşmesidir.
Erdoğan, Pazartesi akşamı bakanlar kurulu toplantısından sonra şunları ilan etti: “İnsanlarımızın bankadaki Türk Lirası varlığının mevduat kazancı kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek ama kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek.”
Türk Lirası mevduat hesaplarına verilen bu devlet garantisi, Merkez Bankası aracılığıyla karşılanacak ve bedeli daha fazla enflasyon aracılığıyla işçi sınıfına ödettirilecek. Son dönemde Türkiye’de bireysel mevduatların yüzde 65’inin döviz cinsinden olduğu biliniyordu. TL’deki değer kaybı karşısında sınırlı birikimlerini dövize yatırarak korumaya çalışan işçiler ve alt orta sınıf, birikimlerinin bir gecede şiddetli bir değer kaybına uğradığına tanık oldu.
Pazartesi günü Türk Lirası ABD doları karşısında Şubat ayı başındaki 7 TL seviyesinden 18 TL’nin üzerine çıkmıştı. Erdoğan Pazartesi akşamı kur korumalı vadeli TL mevduatı önlemini açıklarken, eski Merkez Bankası ekonomisti, gazeteci Uğur Gürses’in açıklamasına göre, Merkez Bankası Pazartesi akşamı ve Salı günü 7 milyar dolar sattı.Gürses bu arzın daha önce olduğu gibi Merkez Bankası tarafından doğrudan yapılmadığını, kamu bankaları aracılığıyla dolaylı olarak yapıldığını belirtiyor. Bu müdahale ile Salı günü 1 ABD doları 12,5 TL’ye kadar geriledi.
Dövizin TL karşısındaki değer kaybı hafta içi devam ederken, uzun zamandır döviz kurundaki artış gerekçe gösterilerek yapılan zamlar olduğu gibi kaldı. İthalata bağımlı olan Türkiye ekonomisi, küresel fiyat dalgalanmalarından sert biçimde etkileniyor. Geçtiğimiz yıl içinde enerji ve temel ihtiyaç malzemeleri fiyatlarında yüzde 100 civarı artışlar meydana geldi.
Kasım ayında resmi yıllık enflasyon yüzde 21 olarak açıklanırken, bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAGrup) çalışmasına göre bu oran en az yüzde 59 oldu. Bu durum, işçi sınıfı içinde öfkeyi ve kayda değer ücret artışları talebini körüklerken, Erdoğan buna 2022 yılı için asgari ücrete yaklaşık yüzde 50 zam yaptıklarını ilan ederek yanıt verdi.
Oysa bu, gerçekte, şirketler için ciddi vergi indirimleriyle, yine büyük ölçüde işçi sınıfı tarafından karşılanacak bir “zam” oldu. Dahası, 2021 yılı başındaki aylık asgari ücret ABD doları cinsinden 384 dolar iken, yeni asgari ücret TL’de bu hafta yaşanan değer artışına rağmen ancak 370 dolar seviyesinde.
Türkiye’deki fiyat artışları, özellikle COVID-19 pandemisi sonrası merkez bankalarının mali piyasalara trilyonlarca dolar akıtmasının basıncıyla enflasyonun dünya çapında artmasının bir parçasını oluşturuyor. Buna, pandeminin küresel tedarik zincirlerinde yol açtığı aksama eşlik ediyor.
Enflasyondaki bu artış, merkez bankaları üzerinde, yatırımcılara pozitif reel sermaye getirisi sağlamaya devam etmek için para politikalarını sıkılaştırmaya başlama baskısı yaratıyor. Buna karşın Erdoğan, Merkez Bankası’na bir süredir ihracat ve inşaat sektörüne dayalı ekonomik büyümeyi desteklemesi için faiz indirimine gitmesi konusunda baskı yapıyordu. Merkez Bankası, uluslararası mali oligarşinin faiz artışı beklentilerine rağmen geçtiğimiz hafta yüzde 1’lik bir indirime giderek son dört ayda yüzde 5 faiz indirimi yapmış oldu.
Bu mali politika, ABD Merkez Bankası Fed’in 2022 yılı için faiz artırımı işareti verdiği koşullarda, uluslararası mali sermayenin Türk Lirası’ndan uzaklaşmasını ve TL’nin 2021 yılında uğradığı büyük değer kaybını hızlandırdı. Zira yüzde 15’e indirilen faiz oranı, yüzde 21 olarak açıklanan resmi enflasyonun altındaydı ve bu, TL için yüzde 6 negatif faiz anlamına geliyordu. Dahası, Ankara ile NATO üyesi emperyalist müttefikleri arasında artan gerilimler, mali seçkinlerin Türk piyasalarına olan güvenini de baltalamıştı.
Diğer yandan Erdoğan’ın sözde “faiz karşıtı” popülist söylemlerine karşın, açıkladığı kur korumalı yeni mevduat biçimi dolaylı bir faiz artırımı anlamına geliyor. Erdoğan hükümetinin son müdahalesi, egemen sınıf saflarından gelen genel bir kriz korkusuna ilişkin açıklamalara ve mali politikalara dönük sert eleştirilere yanıt olarak geldi.
Cuma günü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, son faiz indiriminden sonra Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Piyasalarda yaşanan çalkantı ve döviz kurlarının geldiği seviye birçok firmamızı endişelendiriyor ve olumsuz etkiliyor. Piyasaların ivedilikle istikrara kavuşmasını sağlayacak acil önlemler alınmasını ve öngörülebilirliğin temin edilmesini bekliyoruz” ifadelerini kullanmıştı.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan da geçtiğimiz hafta, “Dün faiz indirimine giden Merkez Bankasının, bugün elindeki kıymetli döviz kaynaklarını piyasaya sürmesini şaşkınlıkla izliyoruz,” demişti.
Türk burjuvazisinin baskın kesimlerini temsil eden Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ise son ekonomik gelişmelerle “genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmesi” çağrısı yaptığı açıklamada şunları belirtiyordu: “Denenmekte olan ekonomi programıyla amaçlanan sonuçlara erişilemeyeceği netleşmiştir. Bu sürecin TL’de şiddetli değer kaybı, enflasyonda hızlanma, yatırımları, büyümeyi, istihdamı baskılama ve en önemlisi ülke olarak fakirleşmemizle sonuçlanma riskini vurgulamıştık. Nitekim, yeni iktisadi tercihler kapsamında atılan adımların ardından güvensizlik ve istikrarsızlık ortamı oluşmuştur.”
Son önlemlerin Türk Lirası’ndaki çöküşü kalıcı olarak tersine döndüreceğini düşünmek için hiçbir neden yok. Doğrusu, TL’deki dalgalanma mali sermayenin yüksek vurgunlar yapmasına uygun bir ortam sağladı. Şimdi aynı mali sermaye, Hazine’den kur farkı garantisi de elde ediyor. Hükümetin garanti verdiği kur farkının para basılarak karşılanacağını ve bunun da işçi sınıfını yoksullaştıracak enflasyonu körükleyeceği açıktır.
Bu önlemler TL’deki kaybı şimdilik durdururken, mali seçkinlerin Türk ekonomisine yönelik kuşkuları artıyor. Türkiye’nin 5 yıllık CDS puanı 623’e çıkmış durumda ki bu, mali çevrelerde, devletin olası iflasına dair endişelerin arttığını gösteriyor. Dahası, Borsa İstanbul (BİST 100) endeksi geçtiğimiz Cuma gününden bu yanan 2.400’lerden 1.800 seviyesine kadar düştü. Endeks pandeminin Türkiye’yi vurduğu Mart 2020’den bu yana en kötü performansını sergiledi.
Türkiye mali sermaye vurguncuları için bir cennet haline gelirken, pandemi döneminde zirve yapan bu devasa servet aktarımının bedelinin işçi sınıfının genel yoksullaşması ve azgın sömürüsü ile karşılanmaya çalışılacak olması, şiddetli sınıf mücadelelerini kesinleştiriyor.