Cuma günü Halkların Demokrasi ve Eşitlik Partisi’nin (DEM Parti) yönetimde olduğu Mersin’deki Akdeniz Belediyesi’nin Eş Başkanları Hoşyar Sarıyıldız ile Nuriye Arslan, dört belediye meclis üyesi ile birlikte gözaltına alındı. Bu belediyeye de İçişleri Bakanlığı tarafından Anayasa’ya aykırı biçimde kayyım atanması bekleniyor.
Seçilmiş belediye başkanlarının görevinden alınarak yerlerine kayyım atanması, temel demokratik haklara yönelik açık bir saldırıdır. Sosyalist Eşitlik Grubu, bu antidemokratik polis devleti baskısını kınamakta ve seçilmiş belediye başkanları ve meclis üyelerinin serbest bırakılmasını ve görevlerine iade edilmesini talep etmektedir.
31 Mart’taki yerel seçimlerde seçilen birçok DEM Partili belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Ayrıca İstanbul’daki 1 milyon nüfuslu Esenyurt’un yanı sıra Dersim’in Ovacık ilçesinin Cumhuriyet Halk Partili (CHP) belediye başkanları da aynı keyfi uygulamaya maruz kaldı. Hükümetin son dönemde tırmanan polis devleti baskısı, 1 Mayıs göstericilerinin ve Gazze soykırımı protestocularının yanı sıra çok sayıda gazetecinin tutuklanmasına, sol bir siyasi partinin uydurma bir “terör örgütü” ile ilişkilendirilmesine ve birçok basın kuruluşunun web sitelerinin ve X hesaplarının kapatılmasına kadar uzanıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, esas olarak Kürt halkının seçme ve seçilme hakkını fiilen ortadan kaldıran bu hukuksuz uygulamaya 2015’ten beri yoğun bir şekilde başvuruyor. DEM Partili belediye başkanlarına yönelik son operasyonlar ise, hükümetin hapisteki Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan üzerinden Kürt güçlere silah bıraktırma girişimi sırasında gerçekleşiyor.
DEM Parti milletvekillerinden oluşan bir heyet, 1999’dan beri Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası’nda hapsedilen Öcalan ile 28 Aralık’ta görüştü. Aynı heyet daha sonra Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve CHP dahil meclisteki siyasi partilerle görüşmeler yaptı ve “pembe bir tablo” çizildi.
Kayyım atamaları ve hükümetin demokratik haklara yönelik diğer saldırıları, Ankara ile 40 yıldır bastırmaya çalıştığı PKK arasında yeniden gündeme gelen müzakerelerin “barış ve demokrasi” iddiasıyla hiçbir ilişkisi bulunmadığını göstermektedir. Bu müzakereler, esas olarak, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım ile tırmanan Ortadoğu’daki savaşın, Suriye’deki paylaşım mücadelesinin ve ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden şekillendirme çabalarının bir parçasıdır.
Ankara bir yandan Öcalan’ın inisiyatifi ile PKK’nin silah bırakmasını diğer yandan da Suriye’de ABD destekli Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri (YPG) önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) tasfiyesini istiyor.
PKK’nin yanı sıra YPG’nin bağlı olduğu Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) de bir parçası olduğu Kürdistan Topluluklar Birliği’nin (KCK) Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber Televizyonu’na verdiği röportajda “Biz önderliğimizin [Öcalan’ın] çabalarını destekliyoruz,” diyor ama sürece temkinli yaklaştıklarını vurgulayarak şunları ekliyordu: “Türk devleti söz konusu olduğunda, özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğunda tabii ki devlet politikalarına temkinli yaklaşmak yanlış değildir.”
Kürt halkının Türkiye, Suriye, İran ve Irak’taki varlığı nedeniyle doğası gereği uluslararası bir sorun olan Kürt meselesi, özellikle ABD’nin 2003’te Irak’ı istilası ve 2011’de Suriye’de başlattığı rejim değişikliği savaşıyla Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Suriye’de “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adlı fiili bir oluşuma önderlik eden SDG’nin konumu, bölgenin petrol rezervlerinin yanı sıra ülkede 2000 kişilik bir kuvvetle işgalini sürdüren ABD ile ittifakı nedeniyle kritik önem taşıyor. Dolayısıyla, Ankara’nın girişimi, sadece Kürt önderlikleriyle değil ama yeniden Donald Trump’ın başkanlık edeceği ABD’yle ve Suriye’nin güneyindeki işgalini genişleten ve SDG’yi müttefiki ilan eden İsrail’le de bir anlaşmaya varılmasını gerektiriyor.
Ankara ayrıca Şam’da iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) üzerindeki etkisini kullanarak Kürt güçlerin herhangi bir statü elde etmeden tasfiye olmasını ve Şam yönetimine tabi olmasını dayatmaya çabalıyor. HTŞ Suriye’deki silahlı grupların tasfiye olarak merkezi orduya bağlanması kararı alırken SDG önderliğindeki özerk yönetimin ve silahlı kuvvetlerin ne olacağı belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte ABD ve İsrail’i karşısına almak istemeyen HTŞ şimdilik SDG ile diyalog yoluyla bu zor denklemi çözmeyi erteliyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Çarşamba günü verdiği bir röportajda, PKK ve YPG’ye Washington ve Şam üzerinden ültimatom verdiklerini, Suriyeli olmayan PKK üyelerinin ülkeyi terk etmemesi halinde Ankara’nın veya HTŞ’nin askeri harekat düzenleyeceğini ilan etti: “Biz ültimatomları veya şartları söylerken şunun için söylüyoruz, eğer askeri harekat olmasını istemiyorsanız bölgede, ne bizim tarafımızdan ne Suriye’deki yeni yönetim tarafından, bunun şartları bellidir.”
Washington buna karşı daha önce Ankara’yı yaptırımla tehdit etmiş ve bölgedeki askeri varlığını artırmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, aynı gün Paris ziyareti sırasında yaptığı açıklamada Suriye’deki Amerikan askeri varlığının “IŞİD’le mücadele” bahanesiyle sürdürüleceğini işaretinin vererek şunları söyledi: “... Suriye’deki Kürt dostlarımızın gözetimi altında tutulan 10 bini aşkın yabancı terörist savaşçının dışarı çıkıp Suriye’de ve Irak’ta, yenilmesi öncesinde IŞİD’i oluşturan çok güçlü hareketi yeniden kurması daha da akut bir tehlike olurdu.”
Blinken Ankara’nın SDG’ye operasyon planıyla ilgili ise şunları belirtti: “Dolayısıyla müttefikimiz, ortağımız Türkiye ile de çok yakın bir şekilde çalışıyoruz. Türkiye’nin elbette PKK ve terörizm konusunda çok meşru endişeleri var. Bu geçişi yönetmek, bu endişelerin çoğunun, bence zamanla, çözüme kavuşmasını sağlayacak şekilde yönetmek için çalışıyoruz. Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye ulusal güçlerine entegrasyonu, bu gücün yabancı üyelerinin kendi ülkelerine gitmesi de dahil, petrol, sınırlar vb. etrafındaki sorunların çözümü de [buna] dahil ancak bu biraz zaman alacak bir süreç.”
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Pazartesi günü Suriye’de “terörle savaş”ta Batı’nın müttefiki olan “Kürtler gibi özgürlük savaşçılarını” terk etmeyeceklerini söylemişti.
Kısa süre önce Fransa’daki TV5 Monde’a konuşan SDG Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Ahmed, Fransa’nın da bölgeye asker göndermesi çağrısı yaparak “ABD ve Fransa gerçekten de tüm sınırı güvence altına alabilir. Bu askeri koalisyonun böyle bir sorumluluğu üstlenmesine hazırız,” dedi.
2011’den beri rejim değişikliği savaşıyla mahvedilen Suriye’de, Ankara’nın sadece NATO müttefiki Washington’la ya da SDG ile değil ama İsrail ile de çatışma olasılığı söz konusu.
6 Ocak’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Israel Katz ve Maliye Bakanı Bezalel Smotriç’e sunulan Nagel Komisyonu raporunda, “Türkiye’nin Şam’da en etkili güç haline geldiği ve İran’ın Şii ekseninin yerini Sünni-Türk ekseninin aldığı” belirtiliyor.
“Türkiye’nin Suriye’yi güdümlü bir devlete dönüştürme ve böylece bölgesel etkisini artırma konusundaki çıkarları açıktır. Sahadaki eylemler ve hızla tırmanabilecek potansiyel tehditlere hazırlıklı olunmalı” denilen raporda Türkiye ile olası çatışmaya hazırlık için askeri yeteneklerin güçlendirilmesi gerektiği savunuluyor.
Suriye ve Ortadoğu’da ABD önderliğinde derinleşen paylaşım mücadelesinde, 20 Ocak’ta göreve gelecek Trump yönetimi belirleyici bir rol oynayacak. Trump, 7 Ocak’ta yaptığı konuşmada ABD’nin askerlerini Suriye’den çekip çekmeyeceğine ilişkin soruyu yanıtlamaktan kaçınarak “Bunu size söylemeyeceğim çünkü bu bir askeri stratejinin parçası. Ancak şunu söyleyebilirim ki bu Türkiye ile ilgili bir durum,” yanıtını verdi.
Kısa süre önce Panama Kanalı, Grönland ve Kanada’ya yönelik kendi ilhak ve küresel hegemonya planlarını ilan eden Trump, Erdoğan’dan övgüyle söz ederek şunları belirtiyordu: “Cumhurbaşkanı Erdoğan benim arkadaşım. Sevdiğim, saygı duyduğum biri. Onun da bana saygı duyduğunu düşünüyorum... Suriye’de olanlara bakarsanız, Rusya zayıfladı, İran zayıfladı. Ve o çok zeki biri ve adamlarını farklı biçimlerde ve farklı isimlerle oraya gönderdi ve onlar da içeri girip [Şam’da] yönetimi ele geçirdiler.”
Trump ayrıca ”Ben talep ettikten sonra bazı kişilerin peşine düşmeyen oydu [Erdoğan]. Kimden bahsettiğimi biliyorsunuz, Kürtlerden. Bunun ne kadar süreceğini bilmiyorum çünkü onlar doğal düşmanlar. Birbirlerinden nefret ediyorlar,” diyerek geçmişte olduğu gibi Erdoğan’ı frenleyebileceğini ima etti.
Ankara yeni Trump yönetimiyle anlaşmaya vararak bölgedeki planlarını ilerletmeyi umarken, Kürt önderliği de aynı iflas etmiş burjuva milliyetçi perspektifle emperyalist güçlere yöneliyor. Cuma günü The Guardian’a röportaj veren SDG lideri Mazlum Abdi, Trump’a seslenerek “Bölgede istikrarın kilit faktörü ABD’nin sahadaki varlığıdır,” dedi ve Ankara’nın saldırı olasılığına ve “IŞİD tehdidi”ne karşı işbirliğini sürdürme çağrısı yaptı.